24 Haziran 2011 Cuma

Şafak 7...

az önce, Post-It başlıklı yazıda meşhur olan mantar takvimimden bir günü daha çarpıladım. takvimim bana finale tam olarak yedi gün kaldığını söylüyor. tam olarak bir hafta: ya işkencenin bitmesine, ya şemsiyenin girmesine. "kalacaksın ya da geçeceksin ve de bir şekilde bitireceksin..." diye anlık bir şarkı çevirisi yaptı beynim, Hande Yener'in şarkısından, nedense...

böyle zamanlarda işte, gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. finale bir hafta kalmış. bardak, yani, tam yarı dolu, yarı boş. nasıl istiyorsan öyle çekip yorumluyorsun. yani bir tarafından bakıyorum; finale kalmış yedi gün... benim anatomi kitaplarının yarısı bile bitmemiş... anatomiyi bırak, komitelerin anatomi dışındaki konuları bile bitmemiş... biten kısmı bile bitmemiş; ezber sonuçları sıfıra sıfır, elde var sıfır... bunun bir de laboratuvar sınavı var... eviriyorum, çeviriyorum, bir hesap ediyorum... aha, diyorum, sıçtı Cafer bez getir. tam yedi gün kalmış oluyor, o zaman, otomatik şemsiyenin transvers kolonuma kadar girip içeride şak diye açılarak iki tur da dönmesine.

sonra diyorum ki; lan, kalacak bile olsam, en fazla iki hafta fazladan çekeceğim bunun çilesini... kalacak bile olsam bitiyor bak, buraya kadar... yaz gelecek, eve gideceğim, yatacağım şezlonga, havuz başında, elimde kitabım... olmadı sahile akacağım nehrin birine karışıp... ya da evde iki seksen yatacağım, kumda mayışan kertenkele gibi... nemli sıcakla tuz kokusunu da özlemişim zaten, mobilyaların yeşili beni katledecek burada; sarı sıcak memleketime döneceğim... anacığım da bana sarımsaklı yemek yapar, mis... hayat varmış be, derim... o zaman da işte tam yedi gün kalmış oluyor, işkencenin - neredeyse - bitmesine.

sonra tam bunları düşünürken aklıma geliveriyor; yahu, bunun  bir de bütünleme hikayesi vardı... haydaa! sanki bardağa bir katman da zeytinyağı eklemişim gibi, hurraaa, yine başlıyorum hesap yapmaya... dönem içi ortalamam tutuyor zaten; ulan kalırsam eğer büte... finalden geçemezmişim... eve de gidemem o zaman; iki hafta daha Ankara'da... cücük kadar tatilim vardı, gitti mi onun da yarısı... hadi finale kastım; ben hayatta büte çalışmam bu havada... yumurta kıça gelince çalışırım ama belki... böyle düşünceler geçiyor kafamdan.

sonra içimdeki şeytan, "amaaaaaaaaaaaaaaaann!!" diyor, "yedi ceddini satmışım üleyn bütün; finalden de kalırsam, kalayım arkadaş!" diye, tatil hayalleri kuruyor, falan... oradan melek bir Osmanlı tokadı patlatıyor şeytana; bu aralar Muhteşem Yüzyıl'dan moda, yumruklar değil tokatlar konuşuyor, dolayısıyla melekçiğim de artık savunmasız değil, daha zarif bir şiddet şekli olan tokadı kullanıyor, fırsattan istifade... şeytan kendine gelebildiğinde de, "ulan gavat!" diyor Adanalı şivesiyle - Adanalı melek de bir bende bulunur, herhalde! - şeytana tepeden tepeden bakarak, "ulan gavurun dölü! ulan beynini akrep sokacısa! ulan aklını it yiyesice! ne diyon lan sen; ne tatili, ne satması? sen kim oldun da kimin bütünü satıyon lan pezevenk!" diye bir temiz sövüyor... sonra şeytan boğa gibi toynaklarını yere sürtüp boynuzlarıyla meleğe saldırıyor; ama melek haresini kaptığı gibi uçup şeytanın yolundan çekiliyor, sonra o hare aslında Zeyna'nın halkalarındanmış, fırlatıyor şeytana, "tililililililili!!!" diye bağırıp... benim Adanalı melek de Zeyna çıktı bak... bence Zeyna da Adanalıydı zaten... neyse... meleğin haresi şeytanın kafasına isabet ediyor... boynuzlarından biri kırılınca şeytan daha da sinirleniyor, kükreyip dev bir boğa-ejderhaya dönüşüyor, ağzından alevler saçıyor, falan... ben de oturmuş onları izliyorum bu sırada, yaklaşık yarım saat boyunca... önümde özetler açık duruyor, göya çalışıyorum; ama ders yalan olmuş, tabii ki...

sonra bir bakıyorum, saat on olmuş! "daha yeni yediydi saat; bu kadar zaman nereye gitti?" sorusunu atıyorum ortaya; aldığım tek yanıt Panda'dan geliyor: "kapa çeneni Çaylak!"... e tabi, o da haklı. bu cümleyi yaklaşık bir haftadır günde iki öğün duymaktan sıkılmış olmalı. ayrıca biz bir başlayacak olursak - yine, yeni, yeniden - bu konuşmaya; o on-on iki arası çalışacak iki saati de muhabbetle yiyeceğiz; biliyoruz. ben de susup yeniden kara kara düşünmeye başlıyorum; ne ara bitecek bunca ders, diye. sonra yeniden aklıma geliyor; geçsem de kalsam da şafak yedi... tabi ceza yemezsek... başa sarıyorum; gülsem mi, ağlasam mı; bilemiyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder