3 Haziran 2011 Cuma

Çakma Sarı Çıyanın Derdi...

...beni mi gerdi? evet efendim gerdi. o çakma sarı çıyan belli ki doktorların her daim çok rahat bir hayat sürdüklerini, para içinde yüzdüklerini, insanlara keyfinden test yaptırıp, muayene şeysine sapıklık yapıp, gece nöbetinde içip içip coştuklarını falan sanıyor. hasta mazlum, hasta acıların çocuğu, doktor kötü adammış bu filmde. ben o film şeridini alıp, her bir karesini dürüm yapıp yedirmez miyim adama? perdesi de tuz biber olur!

böyle insanlara ifrit oluyorum. böylesini alıp koyacaksın iki gün "gel sen yap" diye, ölmezse şerefsizim. kadının yaptığı iş her gün üç kağıda kaşe basıp beş telefona bakmak; boyatmış saçları civciv sarısına, kıpkırmızı boyamış ince dudaklarını, taşlı gözlüğüne bir boncuklu ip geçirmiş süs olsun diye, bacak bacak üstüne atıp dikmiş burnunu havaya, bana laf ediyor! ettirmem efendim! 

aslında her şey oldukça masum ve sakin başlamıştı. bir tanıdığın iş arkadaşı Sarı. cici cici okuduğum okulu sordu. tıp dedim. öylesine bu söylenir mi, güzel sanatlar diyeydim ya! ama yok, saf saf güzel sanatlar dedim ben. ve her şey başladı. ne kadar güler yüzlüymüşüm, benim gibi doktorlara ihtiyaçları varmış, artık doktorlar hastalarına hiç güler yüz göstermiyorlarmış, hiç ilgilenmiyorlarmış, devlet hastanesindeki doktorların hepsi yatıyormuş, kapıda hastalar bekliyormuş, kimse kimseyi umursamıyormuş, falandı da, filandı da... fesuphanallah, dedim, çektim sineye... 

içimden saydığım küfürlerin haddi hesabı yok. bulduğum yerde yapışacağım yakasına. böyle insanlar yüzünden doktorları bir boş, bir rahat sanıyor herkes. sanki her gün geliyor hastaneye, gelene bir ağrı kesici yazıp yolluyor, sigarası ağzında çayı önünde, bir yandan da gazetesini okuyor, o sırada mazlum hasta sırada dışarıda boynu bükük beklemekte, sonra hemşireyle kırıştırıyorlar falan... keyfinden mi ilgilenmiyor yahu bu adam seninle? onun da işi gücü var, kafasında kim bilir kaç bin senaryo dönüyor, yatırdığı hangi hastanın durumunu düşünüyor, hangi profesörün nazını çekmiş, hangisinden azar yemiş... o da ister o günkü üçüncü hastası ol, yarım saat vakti olsun, adam seninle güzel güzel ilgilensin, şakalaşsın, muayeneni yapsın falan... da adamda hal mı kalmış sana bakacak? bir empati yap, diyeceğim ama Sarı'da o beyin ne gezer? 

sanki doktora fırsat bırakmışlar gibi bir de isterler. adam her gün yüz hasta bakıyor; her birine beş dakikadan(performans yasası böyle, lütfen!) beş yüz dakika, 8 saat 20 dakika... gelen herkesin bir sorunu var, herkes sıkkın bıkkın, herkeste bir memnuniyetsiz yüz ifadesi... şimdi buradan çıkacak, akşam acil serviste nöbete kalacak; sonra ertesi gün gelecek yeniden klinik görevinin başına... bu sırada birkaç hasta yatıracak, hastalarından birkaçı ölecek... eğer asistansa bu sırada ayrıca ders çalışacak, vizitlere gidecek, rapor yazacak, ayak işi yapacak, uzmanının nazını çekecek... adamın ah'ından çoktan geçtim, vah'ı bile kalmamış artık! sonra sen gireceksin muayene odasına memnuniyetsiz bir suratla, adam o günün dördüncü kahvesinde, seninle ilgilenip tanı koyabilmek için zaten beş dakikası var, sağlıklı insan yüzü görmeyeli yıl olmuş, bir de kısıtlı vaktinin içinde sana sırıtacak, hal hatır soracak, falan... bunu yapmayı küçük, yuvarlak, dar kotlu kıçın yiyor mu, Çakma Sarı Çıyan?

ha bir de şu var: "bilmem kaç ay önce gittiği hastanede teşhis konmadı, ilgilenmediler, yanlış tedavi, zart zurt, şimdi bu bu hastalıktan hayatı kaydı" dramları, hani televizyonda sıkça çıkanlar... bunları da söyledi saydırdı Sarı. gene doktorun hiçbir suçu yok! vallahi sütten çıkmış ak kaşık şu durumda doktor! vallahi bak! o bahsi geçen hastalık var ya? muhtemelen teşhisi çok zor, klinikte çok nadir görülen, uzun süreli takip isteyen, kırk başka hastalıkla karışabilen, çok çok az belirti veren, teşhisi için özel tahlil gereken bir hastalıktır. doktorun da beş dakikası var ya bakmaya? beş dakikada rutin muayenesini eder, tatmin olmazsa rutin kan tahlillerini ister, her şey genel olarak normaldir zira bu hastalık ince eleyip sık dokumak ister. tüm test sonuçları gribi ya da faranjiti falan gösterir, doktor da ona göre ilaç yazar. üç ay sonra bir bakarlar, çok nadir bir hastalıkmış aslında, ilerlemiş, falan filan... doktorun suçu ne burada? tecrübeli olması mı? hasta hikayesinin derinine inecek vakti olmaması mı? kuruntulu olmaması mı? müneccim olmaması mı? hastanın on gün sonra kontrole gelmemiş olması da mı doktorun suçu yoksa? Sarı? sen ne dersin? 

bir de fönlü civciv saçlarını savura savura, dudaklarını büze büze, kirpiklerini süze süze aşağılamıyor mu? şeytan diyor tut o ağzı caaaart diye yırt ikiye, yol o takma kirpikleri, sonra dola o saçları eline, dola, dola, dola, çek, çek, çek, inceldiği yerden kopasıya dek boynu... ya da hiç o kadar uğraşıp elini kana bulama. daya namluyu alnına, dağıt beynini; çok bir pislik de yapmaz hem, kaç gramdır ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder