11 Eylül 2011 Pazar

Yurda Dönüş

yurda geleli tam bir hafta olmuş. nedense bana bir ay bile geçmiş olabilirmiş gibi geliyor. zaten son zamanlarda kendimi saçmalık derecesinde bir iş kadını gibi hissediyorum. onu ara, bunu ayarla, arada şunu hallet, şu derse gir, buna girme çünkü hastaneye gitmen gerek, buradan da randevu al, ama dolu bir zamana alma, arada korece kursu var onu da unutma, falan... acayip bir duyguydu yani meşgul olmak, hele de o kadar uzun zamandan sonra.

sanırım yurda geldiğimden beri yazın dinlendiğimin hepsini kullanmaktayım. yazın ilk ayıyla ilgili bir kayıt yok zaten bende. bütün ay uyumuşum. sonra bir gün gözümü bir açtım, kahvaltının yarısındayız. babam uyandığımı gördüğünde neredeyse ağlayacaktı... yok ya, yok öyle bir şey. ama bende gerçekten o bir ay kayıp. nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim yok. yaz sonunda bir ilham geldi, birkaç resim çizdim; bütün yazım bundan ibaret. kitap bile okuyamadım, elime alamadım kitapları. kitap oldukları gerçeği bile sinirimi bozuyordu.

işin kötüsü, çok sevgili kore manyaklığımdan bile bir an vazgeçmiş olabilirim. iki haftada bir dizi bitiren ben, yazın sadece bir dizi izledim, daha fazla değil. gerçi bunda kota denen lanetin de ufacık bir katkısı vardı ya... neyse, orayı hatırlamak bile istemiyorum.

ikinci sınıfı sorunsuz geçmiş olmak mucize gibi bir şeydi. hala beceriksiz bir Çaylak olarak tıp üçüncü sınıfa başlamak... hastalıklar, falan... "ben büyüyünce doktor olucaaaam" gerçeğini ilk kez tam olarak anlamış olabilirim. derse girdik zaten, adam başladı "bu sene her gün çalışmanız lazım, yoksa geçemezsiniz, ayda bir gün sadece sinema izni veriyorum..." diye, suratıma soğuk su çarpmış gibi bir etki yarattı... yok, tokat değil, soğuk suyun etkisi daha acayip oluyor.

neyse ki bu sene hocaların büyük kısmı insancıl görünüyor. bir adam vardı gerçi, playback yapar gibi ders anlatıp sadece slaytta yazdıklarını okuyan, kendisine fena halde uyuz olduğum... onun dışında pek sorunlu hoca yok gibi. şanslı sayılırım. hem derse girmek benim için her halükarda verimli oluyor, ders dinleyemezsem resim çiziyorum... üretkenlik işte, n'aparsın! genetik, ahh!! öleceğim şimdi megolomanlıktan...

aa, aklıma gelmişken; Mego saçlarını twilight'dan Alice gibi kestirmiş, çok acayip bir şey olmuş! daha önce kestirmeliymiş, diye düşündüm. uzunla çok uğraşıp hep sinir oluyordu. bu kısa hali de fena halde yakıştı üstelik yüzüne. kız işini biliyor yaa... çılgın modeller ona yakışıyor. Neko da kestireceğim diyordu ya ben pek inanmıyorum ona. gözümle görmeden de inanmayacağım.

daha geçen hafta geldik, ama iki hafta sonra sınav var. şaka gibi bir sene olacak gibi duruyor. zaten akademik takvim kendi başına bir korkunçluk abidesi... gulyabani gibi mübarek... demek ki neymiş? tıp seçerken "yaaaaa geçerim yaaaaaaaaaaa, yaparım ben bir şekilde yaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa...." diye hafife almayacakmışsın.... "şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler~" diye başlardım da, ne uğraşacağım, daha önümde çalışacak 500 sayfa not ve iki hafta var... emeeeeeen, koy g*tüne!!