5 Eylül 2012 Çarşamba

Sessiz Gemi

Hayat, dedi; hayat her zaman insanlara istediğini vermez. Bazı insanların diline dolanmış ya hani; hayat sana limon verirse limonata yap... hayat sana her limon verdiğinde şeker de vermez. Alışacaksın. Alışabilmeye alışacaksın... katlanabilmeye. O gün de gelecek elbet. 

Ateş düştüğü yeri yakar, dedi; haklıydı. Ben hissedemezdim onların acısını. Onların üzüldüğü gibi üzülemezdim ben. Ben hiç sevmemiştim ki onlar kadar... onların içini yaktığı kadar benim içimi yakmazdı gidişi. Ben sadece onlara üzülebilirdim; ben sadece onlar üzüldüğü için üzülebilirdim. O kadar yürek vardı bende. Bir de kendime üzülebilirdim... benim de kaybedebileceklerime... 


Artık demir almak günü gelmişse zamandan, 
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. 
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; 
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol...


Bu, tanık olduğum üçüncü ölüm. Sessiz sedasız gidiyor buradan gidenlerin hepsi. Hiçbir kuvvet tutamıyor onları burada. Ölüyorum, diyor ve ölüyor insan. Kötü bir şaka gibi. 

Bencil olan ölen mi, geride kalan mı; düşünüyorum bazen... yoksa herkes kendine mi müslüman. Yoksa tamamen doğal mıdır, dövünmek ölenin ardından. 

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar, gözleri nemli...

Kendimize üzülüyoruz aslında, gidene üzülürken. Bir daha göremeyeceğiz o kişiyi, bir daha konuşamayacağız, sarılamayacağız... bir daha sevmeyecek bizi. Gözlerinin içine bakıp söyleyemeyeceğiz onu ne kadar sevdiğimizi. Tüm kalbimizi vermişken, tüm saflığımızla sevmişken aldığımız yara, en derinidir...  

Peki ya gidenler? Onlar hiç mi düşünmedi sevdiklerini? Sevenlerini onlar hiç mi düşünmedi, çekip giderken? Neden arkada bıraktılar bizi, öylece neden çekip gidiverdiler? Suçlayamaz kimse onları. Bilen yok; acaba gitmeyi gerçekten istediler mi? Acaba gitmeden bizi izlediler mi? Neler hissettiler buraları terk ederken? Nasıl bir şey ki ölmek? Görebilecek miyiz onları tekrar, biz de öldüğümüz zaman? 

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu, 
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...

Sorular bitmek bilmez... ölüm bilinmez. Çıkıp geliverir ansızın; halbuki geleceğine asla inanmazsın. Gidiverirler ansızın; alışamazsın. 

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler...

Ölümün son olduğuna inanmıyorum. Ne dindarım, ne de ateist; ama eğer Tanrı'ya inanmasaydım bile inanmazdım ölünce her şeyin bittiğine. İnanmak istiyorum ki; hepsi daha iyi bir yerde. O gittikleri yerde mevsim her zaman bahar; ağaçlarda hem çiçekler, hem meyveler bir aradalar. Dalgalanan çayırlarda güneş huzme huzme; yumuşacık bir meltem dalgalandırıyor yeşil denizleri. İnanmak istiyorum ki; orada herkes genç, herkes güzel ve her güzel yüzde bir gülücük var; berrak gökyüzünün altında ışıldıyorlar, güneşten daha parlak. Acı, üzüntü, keder; hepsi birer efsane oralarda, kulaktan kulağa anlatılan ve kimsenin inanmadığı - hatta anlamadığı. İnanmak istiyorum ki; orada her şey sakin, her şey huzur, her şey her zaman aynı. Ve bir gün ben de ulaştığımda o diyara, bulabilirim buradan benden önce ayrılanları. 

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden;
Bir çok seneler geçti, dönen yok seferinden... 

Ölüm zor zanaat be kalbim... hem gidene, hem kalana. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder