21 Temmuz 2011 Perşembe

Uçan Karınca İstilası ve Yaban Domuzları

köydeyiz. yani, köydeydik. teyzemin kiraz bahçesinde. kirazlar kaç yıllık bilmiyorum ama o kadar çok meyve veriyor ki tutmasak dalları kıracak. şimdi burada kiraz reklamı yapmayayım; ama ithal edilecek kirazlardan teyzeminki. kilosunu üç liraya mı, dört liraya mı alıyorlarmış. emin değilim, doğru olmayabilir. ben ejderha ağzımla iki tanesini sığdıramam ağzıma, daha küçük ağızlı insanlarsa muhtemelen ısırarak yer. yedin mi tadından boğazın yanıyor kirazın. babamla birlikte hastasıyız o kirazların, her gittiğimizde kiraz maymunu olmayı beceriyoruz bir şekilde. fotoları da var ama şimdi burada ifşa etmemeliyim, bana kalsınlar.

ama üstünde bir uğursuzluk var bu bahçenin, sürekli bir olaylar olur. bir ağaçlar hastalanır, bir karınca basar, bir şirin basar, dolu vurur, böcek yer, falan... en son vakada da domuz yemiş bunları. yaban domuzu.

domuz kiraz yer mi? yer anacım. her türlü meyve yer, gayet de mutludur hayatından. ama bu yaban domuzu dediğin öyle filmlerde görülen pembe, kıvrık kuyruklu, basık burunlu, ıslak gözlü, şeker hayvana benzemez. fümeye yakın gri bir kürkü vardır, suratı çok daha vahşi görünür; hatta bazısının alt çenesinden yukarı doğru dikilen fena halde tırsınç dişleri, boynuzları vesaire vardır. ayı gibi bir şeydir bu yaban domuzu dediğin. bir tos vuruverdi mi adamı çine uçurur. cüsselidir, güçlüdür. duyduğuma göre eti de lezzetli oluyormuş; ama domuz pis hayvan, yabanda yaşayanına güvenip de yemem yani. "bir de yeseydin!!" diyen sesleri duyar gibiyim; hiç öyle suratınızı tuhaf şekillere sokmayın, daha önce domuz yedim, pişman değilim, gene olsa gene yerim. hatta lütfen gene olsun da yiyeyim!! dayıma söylesem mi, bana getirse aslında biraz...

neyse, konuyu saptırmayayım şimdi. domuz, diyordum. o domuz tellerin altını kazıp bahçeye girermiş, yemek için de kafasıyla ağacın dallarını kırar, yere indirirmiş. kırdıktan sonra yermiş meyveyi. ağaçların anasını bellemiş, kısacası. teyzemin ekmek kapısı şimdi bu bahçe, tabii ki bu domuzdan korunacak; tekrar girmesin diye önlem alınacak. aldı bizimkiler ellerine tüfeği, nöbet bekleyecekler gece. iki tek kırma, bir çifte, bir de pompalımız var. domuzların daha önce girdiği, girmesi olasılığı olan yerde nöbet bekleniyor, gelirse domuz vurulacak. bir domuz grubundan birisi bir yerde vurulduysa, oraya o grup bir daha asla gelmezmiş, bundan faydalanacağız. yoksa amacımız katliam değil yani.

tüfek demişken; silahlara bir sempatim vardır ezelden beri; ama asla söylemem. önümde öyle tüfeği bulunca dayılarımdan birinden anlatmasını istedim bana. biraz anlattı, sonra verdi elime tüfeği, uygulamalı gösterecek. bir tırsmışım... bir tırsmışım... tuttum, hani şu çektikleri şey var ya geri ateşlemeden önce, horoz mu emniyet mi her neyse... ona dokunmadan hemen önce kaçtım. silahtan değil, ateşlemekten korktuğumdan. ortalık yerde, durduk yere silah mı ateşlenirmiş? etrafta bir ton çocuk, uzağa doğrultsan sesinden korkacaklar. hem zaten ya birine isabet ederse? hayır, dağ başındayız; ama olur mu yine de? olmaz. kaçtım ben de. ateşlerdim ama, poligonda falan olsak tereddüt etmezdim. o silaha hiç yabancılık çekmedim çünkü. sanki kolumun uzun zamandır kayıp olan bir uzantısı gibiydi, çok tanıdıktı. ilk kez bir araba direksiyonuna oturduğum zaman çok çok daha fazla bir yabancılık çekmiştim. sonra düşününce bu da ürkütmüyor değil hani. kendimi Anita Blake'in reenkarnasyonu gibi hissedeceğim neredeyse!

neyse, sonraki gece misafir geldi köyeç evin arkasına bir ateş yaktıki çevresine dizildik yuvarlak masa şövalyeleri gibi, sohbet ediyoruz. ben de bir yandan bir şeyler çiziktiriyorum sıkıntıdan. boynuma bir şey şarptı sanki, kaşınıyor boynum. elimi bir attım, kımıldayan bir şey var. benden beklenmeyecek bir soğukkanlılıkla (tanımadığım böcekten çok korkarım) aldım böceği oradan, ateşin ışığına getirip baktım. kanatlı karıncaymış. rahatladım, çok bir şey yapmaz karınca. ama durup durup koluma, gözlüğüme, kağıdımın üzerine falan konmaya devam ettiler. sallamadım, bir fiskeyle yüz metre uçup giden yaratığı mı sallayacağım? hadi len! gerçi Neko olsa daha ilk karıncadan kafayı yer, kaçardı eve. hak verdim ama kendisine, hiç sevilesi hayvan değil. aksine oldukça uyuz bir hayvan.

neyse. ben orada kendi çapımda karınca fiskelemeye başladıktan beş dakika sonra arkamdan bir çığlık koptu, "Aman tanrım, şuraya bak!!" diye, amerikan filmi tadında. kuzenim arkadan bana seslendi, bu manzaranın fotoğrafını çekmem lazımmış. döndüm bir baktım ki dışarıdaki lavabonun üstü silme karınca olmuş. yapışan yapıştığı yerde kalmış anlaşılan. tuhaf bir görüntü gerçekten.


tuhaf değil mi? bundan sonra daha bir ton daha karınca birikti oraya. daha da çok karınca oldu. aslında lavaboya dökümlüş şireli bir şey de yoktu, biraz ıslaktı lavabo sadece. hayır, çöl ortasında da değiliz ki ölümüne susadılar geldiler yapışıp kaldılar diyeyim... yok, saçma oldu bu fikir. o fairy bulaşık deterjanı da reklam olur, sileyim mi diye düşündüm; ama üşendim valla! ama o sırada dedim kesin bir inanmayan olur onların karınca olduğuna, yakından da çektim, ahanda buyrun! karınca mıymış, değil miymiş?



bu fotoyu çektikten sonra oturdum geri, ama karıncalar gittikçe daha fazla uyuz etmeye başladı beni. son damla, boynuma çarpıp tişörtümden içeri sırtıma doğru çaktırmadan yol alan o büyücek sapık karınca oldu. kaçtım eve. kaçmadan önce son baktığımda lavabo yeniden silme karınca olmuştu; o arada iki kere yıkamalarına rağmen. hani "karınca sürüsü gibi" derler ya? deyişi gerçek anlamıyla kavradım sanırım bu sefer.

ilginç bir yer şu köy; değişik böcekler, örümcekler, bilimum tuhaf, zararlı hayvanat falan... yani, cidden uzun süre katlanılmaz. ilginçtir, annem o bahçede çalışmaktan, iş yapmaktan fena halde zevk alıyor. o da onun tercihi şimdi, sorgulamamak lazım; ama Çaylak tercihen misafirliğini daha çekici bulur. ne çalışacam be ya? güneş altında, amele yanığı olacam... yok, sevmedim ben bu düşünceyi hiç. geçen sene çalıştıydım da bu sene bunun için fazla hanım evladıyım. yüzerim daha iyi. gerçi bizim havuzun açılış kapanış saatleri pek bir ilginç; çok bir "bu kadar da olmaz, yuh artık!" vakası ya, o da başka bloğa kalsın artık. apayrı isyan edeceğim ona. Çaylak(kabus) geri döndü, zuhaha!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder